31 Temmuz 2009 Cuma

İstanbul'da Hafta sonu Yapılabilecekler...


İstanbul gerçekten çok büyük bir şehir. Gelip de yapılamayacak şey yok. Yarın hafta sonu isterseniz deniz kenarına gidin,isterseniz alışveriş merkezlerine,isterseniz yakınlarda denize girilebilecek yerlere, isterseniz de sinemaya... Ama İstanbul'un taşının toprağının tarih olduğunu da unutmayın ve bence mutlaka bu yerleri görün.Tarihi yerleri gezmek istiyorsanız Avrupa Yakası'na geçeceksiniz. Gidilebilecek tarihi yerler :


Yerebatan Sarnıcı : Her gün açık. 09:00--18.30 saatleri arasında görülebilir. Öğrenci ve öğretmenlere 3 TL. Tam 10 TL ( Not: Ben gittim kapısında indirimli 3tl, tam 10tl yazıyordu;ancak websitesinde T.C. vatandaşlarına 3TL yabancı turistlere 10TL olduğu yazıyor)
Yerebatan Sarnıcı'nda Müze Kart geçmiyor.


Topkapı Sarayı : Salı günleri dışında her gün açık.Giriş 20 TL. Lise öğrencilerine ücretsiz(17 yaş sınırı var) Üniversite öğrencileri için de indirimli sanırım.Harem bölümü için ayrı bilet almak gerekiyor. Müze kart geçiyor.


Ayasofya Müzesi : Pazartesi günleri dışında her gün açık. Sanırım giriş 10 TL. Müze kart büyük ihtimalle geçiyor.(emin değilim.)


Dolmabahçe Sarayı :Pazartesi ve Perşembe dışında her gün 09:00-16:00 arası açık.Bilet tam 20TL, öğrenci-öğretmen 1TL. Ayrıca 0-6 yaş arası da ücretsiz.Yalnız burada rezervasyonla bilet satış sistemine geçilmiş. Arayıp bilet rezervasyonu yaptırmanız gerekiyor. Aynı gün için bilet ayırtamıyorsunuz.Dolmabahçe Sarayı'nın çok da güzel bir sitesi var : http://www.dolmabahce.gov.tr/
Hepsi de gezilip görülmeye değecek yerler. İstanbul'da yaşayıp da hala görmeyen kaldıysa bence mutlaka gidip görsün gezsin. Elimizdekilerin kıymetini bilelim. İyi hafta sonları herkese ...
(Not: Resim internetten alınmıştır.)

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Çocukluğumun Televizyon Programları







80'li yıllarda doğanlar bence en güzel çocukluğu yaşamış olanlar.








Benim çocukluğumda gerçekten televizyon henüz bu kadar kirlenmemişti. Çok güzel eğlendirici,öğretici programlar vardı.



Çocukluğum diyince aklıma hemen Susam Sokağı gelir. Çok severdim.Hala da bazen videolarını bulup izlerim.


TRT-1 de yine bir program vardı.Bunu hatırlayan var mı çok merak ediyorum.Çünkü sorduğum kimse hatırlamıyor.Molly diye çilli bir kız çıkardı.Uzun çizgili çorapları vardı.Kocaman bir koltuğun üzerinde oturur bir şeyler anlatırdı. O kanepedeki yastıkların arkadasından yine kocaman bir sürü şey çıkarırdı. Tenis hakkında konuşuyorsa yastığın arkasından tenis raketi çıkarırdı mesela.










Çizgi filmlerden hatırladıklarım Ninja Kaplumbağalar,Arı Maya, He-Man. Özellikle Ninja Kaplumbağaları çok severdim.
Bir de Sevimli Ayıcıklar'dı galiba.Renk renk ayıcıklardı.Gökkuşağının üzerinden kayarlardı.
Çok sevimlilerdi gerçekten de :)


















Dizilere gelince aklıma ilk gelenler : Lassie,Flipper ve Alf.
Lassie'yi çok severdim. O zamanlar bütün köpekler benim için Lassie'di. Alf'i hiç sıkılmadan izlerdim.Oyuncakları falan çıkmıştı o arada hatta. Küçücük bir Alf oyuncağım vardı. Uzun yıllar sakladım ama sonra kayboldu sanırım :(

Flipper da çok güzeldi. Yunusları sevme nedenim bile olabilir. Nasıl tüm köpekler Lassie ise,tüm yunuslar da Flipper'dı. Bir dizi daha vardı. Adını yanlış hatırlıyor olabilirim.Sanırım "Koca Ayak"tı. Yine bir aile vardı. Küçük de bir erkek çocukları. Gizli gizli o gorili eve alır,saklardı.Yoksa evdekilerin de haberi var mıydı? Hatırlamıyorum :)


Kuzen Larry- Kuzen Balki unutulmaz tabii ki :) Bunun yanında Full House izlerdim. Sevimli ikizler ve yakışıklı dayıları :)

Altın Kızlar izlerdik ailece yine.
Cosby Ailesi ( The Cosby Show) nasıl unutulabilir ki ? "Yalan Rüzgarı "ve "Cesur&Güzel" dizileri vardı. Yıllarca devam etti her ikisi de. Hatta bir kaç sene öncesine kadar hala televizyonda gösteriyorlardı. Hala var mı bilmiyorum. Dallas vardı bir de. Herkesin izlediği. Ben hatırlamıyorum bu diziye dair bir şey.



Başka neler vardı ? Buz pateni gösterileri olurdu. Oturup onu izlerdim.Kendimi de hayal ederdim :) Yine belirli zamanlarda TRT'de rastlıyorum,izliyorum. Yine kendimi hayal ediyorum :)
Unutmadan TRT'de yine sirk gösterileri olurdu. Korka korka izlerdim. Şimdi pek denk gelmiyorum. Barış Manço'yla 7'den 77'ye vardı. Çok eğlenirdim onu izlerken de. Aynı zamanda öğretici bir programdı.


Dediğim gibi biz çok şanslıydık. Şimdiki nesil ne yazık ki bunlar olmadan büyüyor. Ben hala arkadaşlarımla bu çizgi filmler,diziler,programlar üzerine konuşuyorum. Birbirimize unuttuklarımızı hatırlatıyoruz en azından. Olsa da izlesek yine diyoruz.
Gelecek nesilin aralarında konuşacağı şey sanırım televizyondaki ağız kavgalarından ibaret olacaktır. Magazin programları ve saçma sapan yarışmalarla vakit geçirecekler. Üzücü bir durum gerçekten de.
Tekrar konuya dönecek olursak... Benim hatırladıklarım bunlar. Sizlerin de aklına gelenler varsa lütfen söyleyin.Eğer bir eksiğim,yanlışım varsa uyarırsanız sevinirim. Bu güzel yıllara dair bir yanlışlık olsun istemem...



27 Temmuz 2009 Pazartesi

Toplumsal Sorun


İnsan toplumsal bi varlıktır.Bunu bize ilkokuldan beri öğretirler.Ancak ne yazık ki toplum içinde yaşamasını bilmeyen bir varlıktır. Günlük yaşantımız gereği hepimiz ya özel arabamızla,ya otobüsle,ya taksiyle,ya da minibüs/dolmuş kullanarak gideceğimiz yere varıyoruz. Çoğunluk toplu taşıma araçlarını tercih ediyor ,bu da bilinen bir şey zaten. Ben de toplu taşıma araçlarını kullananlardanım. Geçenlerde başıma şöyle bir olay geldi. Şehirler arası otobüsle bir yere gitmem gerekiyordu.Ben bindim bir kaç duraklama yerinden sonra yanıma 20li yaşlarda bir kız oturdu. Zaten bindiğinde parfüm kokusu ondan önce geldi.Ben korkulu gözlerle lütfen yanıma oturmasın diye dua ederken birine koltuk numarasını söyledi.Tabii ki benim yanım. Neyse ben kendimi zaten kokuya alışırım bir süre sonra diye avutmaya başladım.Öyle de oldu. Bir süre sora o kadar yoğun hissetmedim.



Yolculuk boyu sürekli elinde telefonu vardı.Mesaj yazdı.Bir ara uyudu.Uyandı.Mesaj yazdı.Konuştu.Uyumaya devam etti.Artık ineceği yere 15-20 dakika kalmıştı ki hemen çantasını acele acele karıştırmaya başladı.Makyaj çantasını buldu:) Aynasını çıkardı.Makyaj yapmaya başladı.Fondoteni sürdü hızlı hızlı.Rujunu sürdü,gözüne kalem çekti.Farını,rimelini sürdü.Ciddi ciddi makyaj yaptı yani otobüste.Sonra ineceği yere epey yaklaştıktan sonra çantasından parfümünü çıkardı. Bir güzel parfüm banyosu yaptı. Ama o kokuyu anlatmanın bir yolu yok. Bu kadar ağır,insanın nefesini tıkayan pis bir parfüm olamaz.Sıktı ve indi.



Benim bu yazıyı yazma nedenim oldu. Şimdi ben gerçekten çok sinirleniyorum bu düşüncesizliğe.Düşünsenize şehirler arası toplu taşıma aracı.Kendi özel aracınızdaymış gibi ya da resmen evinizdeymiş gibi rahat davranamayacağınız yer.Her telden insan var. Genci,yaşlısı,çocuğu... Bu insanlardan herhangi birinde astım,nefes darlığı,mide bulantısı vs. gibi bir şikayet olabilir.Parfüme alerjisi olan biri olabilir.Kimin ne hakkı var buna sebep olmaya.Bir insanı rahatsız etmeye.



Hadi diyelim ki bunların hiç biri yok. O kadar ağır bir parfümü benim yanıbaşımda sıkarak üstüme o pis kokunun sinmesine sebep olmaya ne hakkın var. Parfümü de otobüste sıkma yani.Ne gerek var.



Herkese soramazdı belki ama yanında oturan insan olarak bana bir sakıncası olup olmadığını sorabilirdi.En azından sormalıydı.

26 Temmuz 2009 Pazar

Çat kapı!


Oldum olası misafirlerden pek hoşlanmam,haber vermeden gelenleri hiç sevmem zaten. Ne kadar yakın olunursa olunsun nezaketen bence bir telefon açılıp geleceklerini haber vermeleri gerekir. Kimseye böyle bir şey yapmadığım gibi bana da yapılmasını istemem.


Çat kapı gelmekten ne zevk alırlar onu da anlamam. Haber ver ki insanların kendilerini toplaması için biraz vakitleri olsun. Gündelik kıyafetleriyle misafir karşılamak istemezler insanlar.Aniden gelen bir misafir beni gündelik kıyafetimle görürse ben kendimi çok kötü hissederim. Sonuçta daha rahat kıyafetler giyilir.Ne bileyim ya da eviniz dağınıktır.Uzun zamandır vaktiniz olmamıştır her şey düzensizleşmiştir. Bu durumda eve bir misafir gelirse aniden olacak şey şudur : Ne kadar çekmece,gardrop vs varsa hepsi rastgele açılır ve o dağınıklık ortadan kaldırılmaya çalışılır.


Başka bir olasılık da belki evinizde onlara ikram edecek bir şey yoktur.Misafir umduğunu değil bulduğunu yer belki ama herkes aynı olmuyor malesef. Diğer bir olasılık da belki evdekilerle o gün bir plan yapmışsınızdır güzel bir film izleyeceksinizdir.Kimsenin bunu berbat etmeye hakkı yok bence.Evde olmak değil de dışarda olmak istersiniz belki.Önceden bir planınız vardır.Tam kapıdan çıkarken karşınızda misafirlerinizi görmek en son isteyeceğiniz şeydir.Sonuçta bir taraf iptal edilir.Muhtemelen bu da planınız olur.


Misafirin en kötüsü çat kapı gelendir ama daha da kötüsü bu çat kapı gelmeyi alışkanlık haline getirenlerdir. Sadece ben mi rahatsız oluyorum bu durumdan bilmiyorum ama gerçekten bana işkence gibi geliyor.

24 Temmuz 2009 Cuma

Konfüçyüs'ten bir öğreti


Konfüçyus, bazı insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu biliyordu.Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti.Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı.Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içinde bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi:


"Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir."


Çocuklardan biri açıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu.Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalışıyor, ama başaramıyordu.


"Elimi çıkaramıyorum!"


Konfüçyus, "Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır," dedi.


Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı.Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir fikriniz var mı? Konfüçyus, vazoyu yerden alıp ters çevirdi.Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü.Çocukların hepsi gülmeye başladı.Aslında o kadar basit bir şeydi ki bu!Konfüçyus: "Fakat bu, göründüğü kadar basit değil," dedi. Elmayı havada tutuyordu konuşurken."Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir.Onu bırakabilmek de bir beceridir.Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz.Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız.işte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz."

Jeane Manson-- Avant de nous dire adieu




Jeane Manson'dan mükemmel bir parça.


23 Temmuz 2009 Perşembe

Ömer Hayyam'dan...


1

Her sabah yeni bir gün doğarken,
Bir gün de eksilir ömürden;
Her şafak bir hırsız gibidir
Elinde bir fenerle gelen


2

Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?


3

Varlığın sırları saklı, benden;
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.
Bizimki perde arkasında dedi-kodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.


4

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

5

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!

6

Niceleri geldi, neler istediler;
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;
Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler


7

Senden benden önce kadın erkek niceleri
Şenlendirip süslediler dünya denen yeri
Senin tenin de toprağa karışacak yarın
Senden beslenecek nice insan bedenleri


8

Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.


9

Sarhoş oldum mu aklım azalır;
Ayıldım mı sevincim dağılır.
Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya?
En güzeli öyle yaşamaktır.


10

Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan
Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.
Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş
Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan

Yardım :)







Uzun zamandır okumak istiyorum bu 3 kitabı ama hangisinden başlayacağına karar veremiyorum. Üçünü birden okuyan varsa ya da herhangi birini okuyan varsa en çok hangisini beğendiğini söylerse çok yardımcı olacak gerçekten :))

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Kabil'in Kitapçısı



Afganistan ile ilgili okuduğum,yeni biten bir başka kitap daha. Kabil'in Kitapçısı. Afganistan'a aslında özel bir ilgim yok ama bakıyorum da o ülkeyle ilgili okuduğum 3.kitap olmuş. İlk ikisi Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş'ti.


Aslında artık sıkıcı olmaya başladı bu durum benim için. Çünkü her kitapta aynı şeyi okuyorum. 3 kitapta da okuduğum ortak şeyler şunlar :


-- Kadına değer verilmiyor. Hatta düşman gibi görülüyor.Dışlanıyor. Burka giymeye zorlanarak dikkat çekmesi engelleniyor.


--Kadınlar,yanlarında akrabaları olan bir erkek olmadan dışarı çıkamıyorlar.


-- Erkekler kesinlikle 2.bir kadınla evleniyor. İkinci kadın çocuk yaşta oluyor.


--Kız çocuklar okula gidemiyor. 12-13 yaşlarında yaşlı insanlarla evlendiriliyor. Fikirleri sorulmuyor bile.


--Kadınların neredeyse ağızlarını açmaları yasak.


--Erkek çocuğa değer veriliyor.


--Otobüslerde kadınlar için ayrı bir bölüm var. Otobüsün en arkası ve çok dar bir alan.


Daha çok şey çıkarılabilir ortak özellik olarak ama şimdilik aklıma gelenler bunlar. Okurken artık içim sıkıldı. Kadınlara yapılan haksızlıklar bu ülkede had safhada. Bir kere o burkayı giydirmek başlı başına bir haksızlık.


Kabil'in Kitapçısı'nda diğerlerinden farklı olarak şöyle bir şey var. Norveçli yazar,Afganistan'da kitapçı olan bir aileden rica ederek onların evinde 3 ay kalıyor. Onları gözlemliyor. Yaşadıklarını yazıyor. Her zaman izlemesi mümkün değil tabii ki. Bu durumda da anlatılanları yazıyor. Afganistan'da kitapçı olmak garip bi durum tabii. Çünkü okuma yazma oranı çok düşük.Bu aile biraz daha orta seviye bir aile sayılabilir yani. Ama yine de durum değişmiyor. Kitapçı olan bir ailede erkek çocuğun eğitimine öncelik veriliyor.


Ben artık Afganistan ile ilgili bir süre başka kitap okumam herhalde. Üst üste okuyunca çok etkiliyor insanı. Diğer 2 kitabı da blogumda yazmıştım . Okumak ve bilgi edinmek isteyenlerin bilgisine... :)


19 Temmuz 2009 Pazar

Türklerde Kadına Verilen Önem


( Geçenlerde bir e-mail geldi paylaşmak istedim.)


1.)Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı'nında Yaratan'a ilham veren ''Ak Ana '' adındaki kadındır.


2.)Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır.


3.)Bilge Kağan kitabesinde Kağan '' Sizler Anam Katun*Büyük Annelerim*Hala ve Teyzelerim*Prenseslerim..'' sözleri ile hitabına başlar.


4.)Eski Türk inancına göre ''Han ile Katun'' gök ve yerin evlatlarıdır.Kadının yeri yedinci kat göktür.


5.)Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır.Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi.


6.)Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen,iyi savaşan,iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler.


7.)Eski bir Türk atasözü; ''Birinci zenginlik sağlık,ikinci zenginlik iyi bir kadın.''


8.)Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı.


9.)Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi.Arap gezgini Ahmed bin Fadlan,Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir.


10.)Yine Arap gezgini olan İbn'i Batuta şöyle der : "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür."


11.) Kağanın buyrukları yalnız "Kağan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi.


12.) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han'ın Katunu imzalamıştır.


13.) Ebul Gazi Bahadır Han Secere-i Terakime'de* Oğuz ilinde* yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır


14.) Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek yaşatılmıştır.


15.)Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı.


16.)Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi kadın da kocasını boşayabilirdi.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Kahvenin faydası ve zararı nedir acaba?



Bazı insanlar sabah kahve içmeden ayılamaz,kendine gelemez,içmediğinde tüm gününü etkiler.Ben de onlardan biriyim. Her köşe başında bir kahveci açılmaya başladı nerdeyse artık. Evdeyken bazen günde 3 bardak içebiliyorum. Sanırım bağımlısı oldum.Etrafımdakiler de sürekli uyarmaya başladılar bu kadar içme zararlı diye.Merak ettim araştırdım faydası ve zararı neymiş bu kahvenin.


ZARARLARI
Kalp
Aşırı kahve tüketimi kalbin ritmini olumsuz yönde etkiliyor. Kahvenin içerdiği kafein fazla tüketildiğinde, kalpte ritim bozuklukları meydana gelebiliyor. Düzensiz kalp atışları kalp çarpıntısına ya da taşikardi gibi rahatsızlıklara neden olabiliyor. Doktorlar özellikle kalp hastalarının sınırlı miktarda kahve içmelerini tavsiye ediyor.
Tansiyon
2003 yılında Edinburgh Üniversitesi uzmanlarının yaptığı bir araştırmayla, kahvenin tansiyona olan etkisiyle ilgili görüşler yeni bir ivme kazandı. Düzenli olarak günde dörtbeş bardak kahve içenler üzerinde yapılan araştırmalarda kandaki basınç, yani tansiyon hızla yükseldi. Yapılan testlerde, yüksek miktarda kahve tüketiminin tansiyonu hızla yükselttiği görüldü.
Mide
Kahve, ülser gibi mide rahatsızlıklarına neden olmasa da, bu hastalıkların varlığında kötüleşmesini tetikliyor. Kahve, midenin asit salgılamasını uyarıyor.
Şeker hastalığı
Bu sene açıklanan iki raporda; kafeinin Tip 2 şeker hastalığı üzerindeki etkileriyle ilgili olarak farklı görüşlere yer verildi. Amerika'da yapılan araştırmalarda, yemek zamanlarında yükselen kan şekeriyle birlikte tüketilen kahvenin şeker hastalığını olumsuz yönde etkilediği ortaya çıktı. İngiltere ise, yapılan bu araştırmanın yetersiz olduğunu ve Tip 2 şeker hastalığının kahveden olumsuz yönde etkilenmediğini açıkladı. Uzmanlar kahvenin içindeki kafeinin değil, minerallerin şeker hastalığına karşı koruyucu bir etkisi olduğunu savunuyorlar.
Su kaybı
Uzmanların bir kısmı kahvenin vücutta sıvı kaybına neden olduğunu savunurken, bir kısmı da bu kaybın önemsiz derecede az olduğunu savunuyorlar.
Migren
Kahve uzun zamanlardan beri migreni tetikleyen uyarıcıların başında sayılıyor. Kahvenin bileşenlerinin beyinde bulunan kan hücrelerini tetikleyerek migrene neden olduğu, araştırmalarda görülüyor.
Vitamin ve mineral kaybı
Kafein, vücudun demir ve diğer besinleri emmesini engelliyor. Ayrıca, kalsiyumun idrar ile vücuttan atılmasına neden oluyor. Bu da osteoporoz (kemik erimesi) riskini artırıyor.
Doğurganlık
Kafeinin doğurganlığı olumsuz yönde etkilediği biliniyor. Günde üç fincan veya daha fazla kahve içmek, kadının doğurganlık oranını azaltıyor. Çünkü aşırı miktarda kafein tüketimi yumurtlamayı olumsuz etkiliyor. Bu konuda çarpıcı bir başka sonuç ise, Brezilya'dan geliyor. Brezilya'da bulunan Sao Paulo Üniversitesi uzmanlarının yaptığı araştırmalarda, her gün düzenli olarak kahve içen erkeklerin içmeyenlere oranla daha güçlü spermleri olduğu kanıtlandı. Kafeinin spermin üzerinde uyarıcı etkisi olduğunu savunan uzmanlar, bunun merkezi sinir sisteminde de aynı etkiyi gösterdiğini iddia ediyorlar.
Hamilelik
Kafeinin anne karnındaki bebeğe zararlı olduğu biliniyor. Uzmanlar, hamile kadınların günlük kafein tüketme sınırlarının 300 mg olduğunu belirtiyorlar.
FAYDALARI
Kanser
Yeşil ve siyah çay gibi, kahve de antioksidanlar içeriyor. Bu da kansere yol açan hücrelerin çoğalmasını engelliyor.
Baş ağrıları
Migreni olumsuz yönde etkileyen kahve, şaşırtıcı bir biçimde baş ağrısına iyi geliyor. Baş ağrısı ilaçlarında bulunan bazı maddeleri içeren kahve, ağrı kesicilerle kıyaslandığında, yüzde 40 oranında baş ağrısında daha etkili oluyor.
Beyin uyarımı
Kahve konsantrasyona yardımcı oluyor. Yapılan araştırmalarda, okul çağındaki çocukların az miktarda kahve ile süt içtiklerinde sabahki derslerinde daha başarılı oldukları görülüyor.
Karaciğer sağlığı
Düzenli kahve içenlerin siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarından daha az şikayet ettiği görülüyor.
Safra taşları
Kadın vücudu erkeğe kıyasla iki kat daha fazla safra taşı üretiyor. Günde dört bardak kahve içen kadınların içmeyenlere oranla yüzde 25 daha az safra taşından şikayet ettiği kanıtlandı.
Cilt
Yapılan çalışmalarda bilinenin aksine; kahvenin selülite karşı faydalı olduğu görülüyor


Ucuz Kitap-2



Daha önce de bir yazımda bahsetmiştim Alkım Kitabevi'ndeki indirimden. Bugün yine geçerken uğradım ne var ne yok diye. Çok sayıda kitap indirimdeydi yine. Önceki yazıda 10 kitap 2.95 demiştim. Baktım devam ediyor mu ya da yeni bir seri var mı diye. Önceki 2 seriden biri devam ediyormuş. Merak ediyordum neler var acaba içinde diye. Elime almışken bırakmadım :) Bu arada bu kampanyanın kitapları çok azalmış. Şaşırdım. Sevindirici tabii kitaba bu kadar ilgi olması. İçinden çıkanlar şunlar :



1- Charles Dickens-- Oliver Twist


2-Ömer Seyfettin -- Hikayelerden Seçmeler


3-Peyami Safa-- Fatih-Harbiye


4-Tolstoy--İnsan Ne ile Yaşar


5-Alphonse Daudet--Değirmenimden Mektuplar


6-Mevlana--Mesnevi'den Seçmeler


7-Ahmet Hikmet Müftüoğlu-- Çağlayanlar


8-Namık Kemal--Vatan Yahut Silistre


9-Goethe--Faust


10-Samipaşazade Sezai--Sergüzeşt


Bence gayet iyi bir grup olmuş bu da.


Ayrıca diğer kitap haberlerinden bahsedecek olursam yine aynı kitapevinde İnci Aral'ın 3 tane kitabı "Mor" , "Yeşil" ve "Safran Sarı" da bir arada satılıyor. (Başka yerlerde de vardır herhalde ama ben orda gördüm )


Yeni bir haber de Stephen Mayer'in ünlü Alacakaranlık serisi artık kutu içinde 4lü olarak da satılmaya başlanmış. 90 tl 4 kitap yani. Internetten araştırırken D&R a da bakayım dedim. Eğer bu seriyi internetten almak istersenin 90 yerine 65 ödüyorsunuz.


Hepinize iyi okumalar... :)

7 Temmuz 2009 Salı

Farkında mısınız?


1-2 sene önce televizyonlarda,radyolarda bangır bangır çağrı yapılan, sokaklardaki afişlere konu hakkında ilanlar yapıştırılan ,gazetelere reklamlar verilen "Küresel Isınma" olayı artık konuşulmuyor bile. Unutuldu gitti.



Zamanında çeşitli vakıfların da desteğiyle suyumuzu nasıl idareli kullanacağımıza dair güzel reklamlar yayınlanıyordu. Ne yaparsak ne kadar su tasarruf edeceğimiz anlatılıyordu. Bununla ilgili bütün kanallar yarış halinde programlar yapıyorlardı. Bence etkili de oluyordu. İnsanlar bilinçlenmişti az da olda.



Peki ne oldu da artık bunlar yayınlanmıyor? Küresel ısınma mı bitti? Barajlarımız %100 dolu mu? Yeterli suyumuz var mı? Neden üzerinde durulmuyor.Bir kaç sene öncesinde her akşam barajlardaki doluluk oranı haber olurdu. Yazın nasıl kavrulacağımız anlatılırdı? Yine sıcaklıklar söyleniyor ama barajlardan bahseden yok.(Bazı haber kanalları dışında)Bu sene yağmur yağmadı doğru düzgün. Bir kaç dakikalık sağnak yağışlar da barajları doldurmaya yetmez zaten. Kışın İstanbul'a kar bile yağmamışken nerden geliyor bu barajın suyu anlamadım ben.



Millet olarak son dakika insanları olduğumuz için barajda su bitince küresel ısınmanın etkilerinden bahsederiz artık.Sıcaklar iyice etkili olmaya başladığında "su kesintileri başlayacak" diye haber yaparlar.



Bence acilen yine bu reklamlar yayınlanmalı ve küresel ısınma tekrar gündemimize yerleşmeli. Küresel ısınma bir dönemin popüler gündem konusu olarak kalmamalı. Yine insanlar önlem almaya çağırılmalı.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Haftanın Gafı !


Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu Ankara'yı ziyaret eden görme engelli öğrencilerle gazetecilerin önünde sohbet ediyor. Konuşma özetle şu şekilde :


NÇ : Nereleri gördünüz Ankara'da? Nereleri ziyaret ettiniz?


Öğrenci : İlk sizi ziyaret ediyoruz (Özetle bunu söyledi)


NÇ : Ne kadar şanslıyım. Umarım gördüğünüz ,ziyaret ettiğiniz yerlerde bir gün sizleri de görürürüz.


Tamam belki dil sürçmesi ama kimse uyarmaz mı yahu ! Üst üste söylenir mi bu kadar !

2 Temmuz 2009 Perşembe

Michael Jackson ∞


Geçen haftanın en üzücü olayıydı. Gece yarısı vefat etmiş ama benim sabah haberim oldu. Internete girdim ve "FLAŞ! . Michael Jackson öldü " yazıyordu haber sitelerinde. İnanamadım bir türlü. Çok büyük bir hayranı değildim ama severdim yine de . Çok üzüldüm onun ölümüne. Onun "They don't really care about us" şarkısını ve klibini çok severim. Ölümüyle birlikte hakkındaki gerçekler de bir bir çıktı ortaya. Beni en çok şaşırtan da deri rengini kendi isteğiyle değiştirmediği gerçeğiydi. Vitiligo hastaymış. Bu da beni ayrıca üzdü. Yıllarca neler yazıldı hakkında renginden utandığına dair. Öldüğü gün yapılan haberlerde Vitiligo hastası olduğunu büyük bir çoğunluk öğrendi. Benim aklıma şu takıldı. Madem biliyordunuz bu hastalığı olduğunu neden bu zamana kadar rengini açtırdı diye haber yaptınız? Haksızlık değil mi bu.



Çocuk taciziyle ilgili haberler çıktığında herkes onun suçlu olduğuna inandı. Adamın çocuk sevgisi başına dert oldu.Öldükten sonra çocuklarıyla çekilmiş çeşitli fotoğraflar çıktı ortaya. Çocuklarının doğum gününde MJ ile çektirdikleri fotoğrafları yayınladılar. Ağladım gerçekten de o fotoğraflara bakarken. Çocuklarını çok sevdiği her halinden belli. Onlara nasıl sarılmış. Çok duygulandırdı beni. Bu hayata yıldız ve baba olmak için gelmiş bir insan bence.



Dün televizyonda onunla yapılmış bir roportajı izledim. Bir kez daha ağladım. MJ'a çok acımasız sorular sorulmuş. Çocukluğuyla ilgili bir roportaj. Baban seni döver miydi? diye soruyorlar. Duraksıyor ve gözleri cevap veriyor zaten. Evet diyor zaten kendisi de daha sonra. Peki nasıl döverdi seni diye bir soru soruluyor. Normalde bu soru kime sorulsa ordan kalkar gider. Ben de açıkcası onu bekledim. Nasıl bir soru bu ya kalkıp gidecek herhalde şimdi dedim. Hayır! Kalkmadı. Gözleri doldu ve yüzünü kapattı eliyle. "Bana bunu neden yapıyorsun dedi". Başka bir soru geldi. Terlikle mi döverdi? MJ şöyle söyledi : Evet terlikle ve başka şeylerle . Başka bir soru daha geldi. Peki neyle döverdi? .Cevap: Ütü kablosu.



Gerçekten içim acıdı. Muhtemelen çocukları bu kadar sevmesinin nedeni kendi babasının onu sevmemesi. Zaten estetik ameliyatlarının sebebinin de babası olduğunu söylüyor bu roportajında. Babasının burnuna taktığını söylüyor. Ben o roportajda kendisine hayran kaldım. O kadar sakin o kadar kibar bir şekilde cevapladı ki soruları. Sanatçı kaprisi yapıp kalkıp gidebilirdi de. Cevap vermeyebilirdi de. Yapmadı. Bu da kendisinin neden bu kadar çok sevildiğinin sebebi bence. Bir insanın arkasından bu kadar kişi üzülüyorsa,yas tutuyorsa,göz yaşı döküyorsa bu boşuna olamaz.



Şu dünyadan böyle geçen sayılı insan vardır. Ölümlerine kimse inanmak istemez. Ölümünden sonra anlaşılırlar. Kimsenin unutmayacağı insanlardır.MJ da böyle biriydi.Ruhun şad olsun MJ. Sonsuza dek yaşayacaksın...