20 Haziran 2009 Cumartesi

Merak ettim


Bugünlerde dikkatimi çeken ve çok merak ettiğim bir konu var. Evde olmadığım için dışarda da iyice gözlemleme fırsatım oldu. Merak ettiğim şey öğrenciler ve kullandıkları telefonlarla ilgili.

Malum teknoloji her gün biraz daha gelişiyor. En hızlı gelişen de cep telefonları sanırım. Her gün bir yenisi çıkıyor daha üstün bir özellikle. Eskiden sadece konuşmak ve mesaj yazmak için kullandığımız telefonlarla artık fotoğraf çekebiliyor, internete bağlanabiliyoruz.Zaten internete bağlanmak demek her şey demek.

Ben öğrenci olduğum için çevremde benim gibi öğrenci olan bir çok kişiyi gözlemliyorum. Eskiden nerdeyse çoğu insanda aynı telefonu görmek mümkündü. Çeşit arttı herkes değişik değişik telefonlar kullanmaya başladı. Şu günlerde öğrencilerin elinde I-Phone ve BlackBerry çok görür oldum. Belki aranızda bu tür,genelde internete bağlanmak amacıyla alınan telefonlardan kullanan öğrenciler vardır ve benim merakımı giderirler.

Kusura bakılmasın ama öğrencilerde gördüğümde bana tamamen özentilik gibi geliyor. Sonuçta öğrencisin akşam eve gidince saatlerce internette vakit geçiriyorsun. Dışarda rahat et bari biraz.Bu kadar acele ne olabilir ki bir öğrenci için internette.Anında cevaplanması gereken bir e-posta mı geliyor sana sanki her gün. Mutlaka kontrol etmen gereken bir şey mi var da elinden düşürmüyorsun. Hiç sanmıyorum. Çalışan öğrenciler var biliyorum belki onlar bir istisna olabilir ama zaten kendi parasını kendisi kazanan birine lafım yok. Diğer gruptakiler ana-baba parası yiyen,telefonu cebinden her çıkarışında biraz daha büyüdüğünü zanneden kişiler zaten. Tek amaçları ben de BlackBerry / I-Phone vs. aldım diyip hava atabilmek.

Bir de şöyle bir grup var : I-Phone'dan sıkıldım BlackBerry almayı düşünüyorum ya da Blackberry'den sıkıldım I-Phone almayı düşünüyorum . Bu grup hakkında da yazacak bir şeyim yok zaten .

Amerikan film klasikleri :) Çok eğlenceli


* Polisin arastrma yaparken, mutlaka bir striptiz barına girmesi gerekir.

* Amerika'da bütün telefon numaraları 555 diye baslar.

*Şirin köpekler ölmez.

*Bütün yatak örtüleri L şeklindedir.Yani kadının omuzuna gelir, erkeğin beline.

* Uçak kullanmak kolaydır. Kontrol kulesiyle konuşarak herhangi bir yolcu, Boeing 747'yi alana indirir, kimsenin burnu kanamaz.

*Havalandırma borularına saklandıgınızda sizi kimse bulamaz.

*Silahın kurşunu bitebilir ama kahramanda her zaman yedek şarjör vardir. Hatta o kadar çok yedek vardir ki o an'a kadar neresine sakladığına hayret edersiniz.

* Paris'teki bütün evlerin salon penceresinden Eyfel Kulesi'ni görmek mümkündür.

* Adam kötü şekilde yaralandiginda "gık"ı çikmaz,sevgilisi pansuman yaparken dislerini sikar.

* Taksi parasını öderken kimse bozukluk aramadığı gibi paranın üstü de alınmaz, taksimetre ne yazıyorsa cepte hazırdır.

* Hortlaklarin garip sesler çıkardığı evlerde, sesin nereden geldiğini arayan kadınlar hep en seksi geceliklerle dolaşır.

* Bütün anneler sabahları yumurta pişirir. Lakin kimsenin kahvaltı edecek vakti yoktur.

* En düz yolda bile direksiyon sağa sola kırılır.

* Elektriğe bağli bütün bombaların üzerinde tam olarak kaçta patlayacağını ya da kaç dakika kaldığını gösteren kırmızı rakamlar vardir.

* Kahraman her gittigi yerde binanin önünde park edecek bir yer bulur.

* Komiserin bir cinayeti çözmesi için ön sart, amiri tarafindan görevden alinmasidir.

* Karate filmlerinde kaç tane rakibiniz oldugu önemli degildir,hepsi üzerinize teker teker gelirler. Sıraları gelene kadar etrafınızda garip sesler çıkararak garip danslar yaparlar.

* Normalde her kapı, kapı aralığına bir kredi kartı sokarak veya kilidi bir ataçla kurcalanarak açılır. Yanan bir evde içerde küçük bir çocuk kalmışsa o kapı bir türlü açılmaz.

*Televizyon açıldıgında bütün kanallar mutlaka kahramanla ilgili bir haber vermektedir ve ilgili haber dinlendikten sonra, devamında bir laf var mi yok mu bir şey diyecekler mi düşüncesi olmaksızınn pat diye kapatilir ve konu didiklenir. Ve hatta asıl olay o zaman cozulur.

* Taşıyıcı kolon arkaları sizi her türlü patlamadan korur ve tahta masalar asla kurşun geçirmez. Telefon konusmaları ansızın biter ve herhangi bir not ekleme ya da sonradan akla gelen bir laf etme şansınız ya da zamanınız yoktur. Lafınızı ettiniz, ettiniz...

* Kahramanı 50 polis arabası takip ediyorsa bunlardan 45'i birbirine çarpar.

* Güzelseniz ölmezsiniz. Güzel olup da ölmek için Amerika'nin sevmediği bir ülkenin vatandaşı olmanız gerekir.

:))

15 Haziran 2009 Pazartesi

Doğru bilgiye ulaşmak lazım



Şu internet güzel şey gerçekten de. Bilmediğimiz ne varsa anında öğrenebileceğimiz , elimizin altındaki altın madeni.Ama bazen internette bile bulamadığım şeyler olabiliyor.

Ben araştırmayı çok seven , bilmediği bir şeyi hemen öğrenmek isteyen ve bu yüzden de interneti çokça kullanan biriyim.

Bildiğiniz gibi 2007 yılı "Mevlana Yılı"ydı. Mevlana'yı bilmeyenlere onu tanımak için güzel bir fırsattı bence. Özellikle de yurtdışında.Çünkü Türkiye'de olup da Mevlana'yı bilmeyen olduğunu sanmıyorum. O zamanlar da ilgimi çekmişti hayatıyla ilgili yazıları okumuştum internetten. Arada bir e-maille şiirleri sözleri vs gelir okurum. Güzel sözlerdir. Fark edemediğiniz bir çok şeyi onun satırlarında bulursunuz.Benim Mevlana merakım bu aralar yine gündeme geldi. Çoğu eserini okumamıştım hazır tatildeyken okuyayım dedim. İnternette bulacağımı ummuştum. Ama istediğimi bulamadım. Dediğim gibi internet büyük bir altın madeni ama ordaki bilgilerin hepsi de doğru diye bir şey de yok. Ayırt etmek zor oluyor. Bir sürü söz , bir sürü şiir, bir sürü yazı var. Ama hepsinin Mevlana'ya ait olduğunu nerden bileceğim ki ben. Yazarını bilmeyen altına Mevlana yazıp geçiyor. Bir ara bu Can Dündar'a çok oluyordu. Her güzel yazının altına Can Dündar yazıp geçiyorlardı.Bu da o hesap. Bu yazıyı yazmadan önce yine araştırdım ama emin olamadım. Mevlana yılında bir web sitesi açılmıştı www.mevlanayili.gov.tr idi. Oraya bakmak istedim ama eserlerine çok öncelik verilmemiş bu sitede de. Dünyaya tanıtmak istediğiniz ünlü bir insanın eserlerini neden o siteye koymazsınız onu da anlamadım.Eserleri başlığı altında çok şey bulacağımı düşünmüştüm ama yoktu malesef.Biraz daha zenginleştirilebilirdi bence. Yoksa var da ben mi göremedim acaba? Bu yazıyı Mevlana'dan güzel satırlarla bitirmek istiyorum :


Ey yiğit! Yazgıya bahane bulma,
Yükleme kendi suçunu başkasına.
Suçunu gör, dönüp de etrafında kendinin.
Kendindendir, gölgeden değil çektiklerin.
Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin?
Ne ektinde ektiğini biçmedin?
Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar.
Çocuğun gibi sonra gelip eteğinden tutar

Dabülü nedir ?

Dabülü milletçe bugün geldiğimiz noktayı ve ağlanacak halimize güldüğümüzü gösteren bir kelimedir.

Olay bir adres kodlamadan kaynaklanır.
Gönderici telefonla adres sorar. Santral " Hurriyet Medya Towers" şeklinde yanıtlar.
Towers'ı anlayamaz ve santral anlaması için kodlar.Mektup zarfı şöyle gelir


T O W E R S
Trabzon, Ordu, dabülü Edirne, Rize, Sivas

11 Haziran 2009 Perşembe

Gabriel Garcia Marquez'in kaleminden...


Gabriel Garcia Marquez'in kaleminden...

Yaşlı ve çirkin bir tüccar; karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş...
Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki tüccar, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış.
Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. Onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf ve çirkin bedende hiç yara açılmadığını, can alıcı darbelerin hiç iz
bırakmadığını görmüşler..
Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler...
Ancak en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile tüccara hiç bir şey yapamıyormuş.. ..
Sonunda korkup kaçmışlar....
Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, ama bu kez 'aşk' adına, tüccarla sevişmek istemiş.
Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış...
Gelgelelim, güzel kadının her dokunuşunda tüccarın bedeninde yeni bir bir yara beliriyormuş.
Dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar...
Yaralar, içten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda tüccar kanlar içinde kadının kollarına yığılmış, ölmüş....
Tam da bu türden hayatlar yaşamıyor muyuz ? Aşktan bunca korkmamız da bu yüzden değil mi ? Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz.
Çünkü zaten, her yanımız kılıç yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlamış yaralar onlar....
Nasıl yapmışsak yapmışız, üstesinden gelmişiz...
Ama biri, o kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, yaralar tekrar açılıveriyor ve hepsinden oluk oluk kan akmaya başlıyor....
Birine teslim olduğumuzda, kendimizi anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde, bedenimiz ve ruhumuz kan revan içinde kalıveriyor.. ..
O yüzden değil mi kendimizi tutmamız? Birine teslim olmaktan korkmamız?
Tedirgin bir şekilde ortalıkta dolanmamız? "Anlatsam mı, anlatmasam mı?" kararsızlığımız.
"Bu sevgi beni acıtır mı?" kuşkularımız..."
Gabriel Garcia Marquez

10 Haziran 2009 Çarşamba

http ve https farkı !!

Bana e-mail ile gelmiş ben de paylaşmak istedim. Önemli bir konu çünkü.

Adresi ;

http:// ile başlayan sitelerde dolduracağınız formlar başkaları tarafından da görülebilir. Bu nedenle sakın kredi kartı bilgilerinizi yazmayın. Kredi kartı bilgileriniz başkaları tarafından da görülebilir.

https:// ile başlayan siteler ise emniyetli olup başkaları tarafından görülmez.

Bilenler bilmeyenlere anlatsın lütfen :)

7 Haziran 2009 Pazar

Beklenen Fragman


Twilight Saga : New Moon serinin 2. filmi. Bu film de ilkini beğenenlerin beklediği bir film. Fragmanı yeni çıktı sanırım yani ben yeni gördüm en azından. 20.11.2009 da vizyondaymış. Fragmanın linki :

http://www.dailymotion.com/relevance/search/new+moon+official+trailer/video/x9gc2m_twilight-new-moon-2009-official-mov_creation


Duyarlı olalım lütfen !


Uzun zamandır yazmak istediğim bir konuydu bu ; ancak yoğunluktan fırsat bulup bir türlü yazamamıştım.

Hepimiz haberleri izliyoruz,dinliyoruz. Ya internetten ediniyoruz bilgileri ya da evimize gazete alıp okuyoruz. İnternetten okuyorsam eğer dikkat çekici başlıklara öncelik veriyorum. Bildiğiniz gibi 1999'da ülke olarak hepimizi üzen bir deprem yaşadık malesef. Bir çok kişiyi derinden etkiledi. Neyse üzücü konulara girmek istemiyorum.

Benim şikayetçi olduğum şey , medyanın ilgi çekmek adına bencilce davranıp insanların duygularıyla oynaması. Ben böyle düşünüyorum çünkü benim gibi bir çok kişinin de deprem kelimesini duyunca tüylerinin ürperdiğini ve o günleri hatırladığını biliyorum.

Ben yazılı ya da görsel basında şöyle başlıkların atılmasından son derece rahatsızlık duyuyorum :

-Borsada deprem

-Piyasalarda deprem etkisi

-Deprem etkisi yaratan iddia

-Bilmem kimin golü deprem etkisi yarattı

-Deprem gibi patlama ya da Deprem gibi yıkım

-X Partisinde istifa depremi

-Şike iddiaları deprem etkisi yarattı vs.


Yazarken bile rahatsız oldum ama birileri bu kadar sık tekrarlamaktan bıkmadı. Deprem kelimesi sadece deprem haberlerinde geçmeli bence. Kaldı ki çok sayıda öğrencinin girdiği Öss, Sbs, Kpss, Ales vs gibi sınavlarda da sözel sorularda (coğrafya hariç sanırım) bu kelimenin geçmemesine özen gösteriyorlar. Düşünsenize o günleri yaşamış birinin karşısına, hayatını ilgilendiren bir sınavda bu çıkıyor. Moralini siz düşünün artık.

Ben insanların birbirlerinin moralini bozmamaları gerektiğini düşünüyorum ve bu tür başlıkların atılmamasını istiyorum. İnsanlar biraz daha duyarlı olmalı , yazarken bir daha düşünmeli.

5 Haziran 2009 Cuma

Alıştım...


Alışmak bazen zor bazen de her şeyden kolaydır bizim için. İşimize geldiği gibi hareket etmek hepimizin yaptığı bir şeydir.

Doğumdan ölüme kadar sürer bu. Doğduğumuz zaman annemizin karnındaki rahatlığımızı ararız. Yeni yerimizi yadırgarız. Bir süre sonra alışırız. Farkında olmadan. Öğrenmeden. Öğretilmeden.

Sonra büyürüz etrafımızdaki insanlara alışırız. Okula başlarız... Okula ,öğretmenimize, arkadaşlarımıza, kısacası yeni çevremize alışırız. Yine kendiliğinden. Zamanla...

İşe başlarız... Yine bir alışma devresi...

Zaman her şeyin ilacı gerçekten de... Hayat hepimize farklı şeyler sunuyor... Bitmeyecek sandığımız neler bitti ? Geçmeyecek sandığımız ne acılar geçti ? Gitmeyecek sandığımız kimler gitti her birimizin hayatından... Her seferinde nasıl geçer , nasıl gider demedik mi ? Şimdi ben ne yapacağım demedik mi ? Geçer diyenlere geçmez, bitmez demedik mi ? Her şeyin başında en iyisini düşünüp en kötüsünü gördükten sonra hayatımızın sonunun geldiğini düşünmedik mi ? Çaresiz hissetmedik mi?

Bunları defalarca yaşamamıza rağmen neden her seferinde zaman faktörünü görmezden geliriz ki? Zaten biliriz ki uğruna göz yaşı döktüğümüz şeylerin yokluğuna bir kaç vakte kadar alışacağız...

Ama bazen insan belki de acı çekmek istiyor. Hayatında olmasını istediği şeylerin varlığını yaşayamadığından,yokluğunu sonuna kadar yaşamak isteyebiliyor...Sevmek istediği bir insanı doyasıya sevemediğinde bari onun acısını sonuna kadar yaşayayım diye düşünebiliyor...